Montag, 16. Dezember 2013

Kizlar korkar, Erkekler korkmaz Anneee...



Bu sabah Arjin'in bu lafi  etmesiyle 3lt. kahve icmis kadar oldum... "-Biliyormusun Anne kizlar hayaletten cok korkar ama erkekler hicbir zaman korkmaz... Erkekler karanliktan hiiic korkmaz Anne, onlar kahramanlardir..." 

Resim 2009 Tüyap'tan... Esra Baydar araciligiyla...


Evet bu laflari benim kizim söylüyor, kendimi bildigim andan beri erkek egemen sistemle mücadele etmis bir kadinin cocugu diyor, esit degerlerle büyütmeye calistigimiz cocugumuz bunu söylüyor...
Ciddi anlamda sok oldum sarsildim, -amaaan ne var canim, ne kadar da büyüttün demeyiniz, cidden demeyiniz!!!

Cünkü iste böyle böyle giriliyor yeryüzünde daha birkac yildir yasayan akillara, kücük kücük zehirleniyor bellekler o medyada, o reklam panolarinda, o cocuk kanallarinda ve cizgi film konularinda ya da tiyatrolarda... Bizde ise Arjin'in son gittigi kukla tiyatrosu böyle düsünmesinde cok etkili oldu sanirsam, yani bence, nasil mi???

Gecen hafta Arjin'le "Wuppertal kukla tiyatrosu" oyununa gittik... Suara Weihnachten zamani (noel) oldugu icin konu tabii "sovalye. kral-kralice, prenses ve cesur kahramanlardi..." 
Tiyatronun konusu güzel ve egleceliydi ama iste arada ortaya cikan bir hayalet ve korkan bir prenses vardi ve onu koruyan, korkusuz kahraman elbette ve tabiii kiii erkek di...(!)

Arjin o hayaletten korktu ve oyun sonrasi bir dolu sorulari siraladi... Hayaletlerin sadece masallarda, hikayelerde, oyunlarda oldugunu uzun uzun anlattim ve bunlarin bir kurgu oldugunu zamanla sevecegini ama simdi  korkmasinin cok normal oldugunu söyledim...

Vee iste bir sabah Arjin: "Kizlar korkar, erkekler korkamaz" yargisi yapabildi... Cünkü bu erkek egemen sistemin o denli cok mesajlari var ki, minicik bir cocugun dünyasini kendi deger yargisiyla donatabiliyor... 
Neyseki Babasi yanimiza gelip Arjin'e erkeklerinde korktuklarini, bunun tüm canlilara dair dogal bir duygu oldugunu anlatti... Benim aciklamamdan daha etkili oldu vee Arjin -haklisin Babacim diyerek örnek vermeye basladi...

Simdi ben kaderci bir anne olsaydim ya da bu sistemin dayattiklarini icsellestirmis bir ebeveyn olsaydik ne olacakti peki??? Büyük ihtimal cocugumun aklinin bir yerinde evet ben bir kadinim ve korunmaya ihtiyacim var yargisi iyice oturacakti... -kii hah iste sistem tamda bunu istiyor...

Elbette kiz ve erkek cocuklar arasinda kesin farkliliklar var bunu biliyoruz ama bilmemiz gereken bu farklililari zenginliklere dönüstürmek biz ebeveynlerin elinde... Kizim icin oyuncak araba aldigimda verilen yetiskin tepkisiyle, bebek arabasi süren erkek cocuguna verilen ayni yetiskin tepkisi ayni siglikta olmakla beraber, ayrica ögretilmis bir kültür kirliligidir bana göre....

Ben erkek cocugun bebekle oynamisina karsi olup, cocugun eline silah, araba veren bu kirli deger yargilarini pompalayan kültüre karsiyim arkadas... Kiz cocuklarina bebekle oynamayi dayatan, pembelere bogan, korunmaya muhtac, edilgen bir canliya dönüstüren sisteme karsiyim, uyuzum, mücadele icindeyim arkadas... 

Yasadigimiz dünyada ögretilen bazi dogmatik seylere uyuzum ve karsiyim arkadas, farkliliklarini bilen, bedeniyle mutlu, cinsiyetiyle özgür ve barisik bir cocuk yetistimek bu denli zor mu???  Bu sacma degerleri ve küflesmis yargilari iceren toplum neden sansini bu denli zorluyor ki!?!

Dienstag, 3. Dezember 2013

Blog firtinasi: "Dünyada gidelebilecek bir yerin hayali"...

Gözlerimi kapadim ve bu neresi olabilir sence diye seslendim kendime, icime... Zira o kadar cok yer varki görmek istedigim, kokusunu, tarihini ve görselligini gözlerimle icime almak istedigim... Ama iste zalimsin hayat diyoruz ve sadece hayal ediyoruz :(
Bugün #blogfirtinasi ödevimiz gidebileceginiz bir yerin hayalini kurmak, ben de hayal ettim nere olabilir diye veee???

Sonra yüregimi pir pir eden o isim geldi oturdu gözlerime "Santorini Adasi" evet yaa dedim benim en cok en cok gitmek istedigim Yunan adalarindan biridir... Hikayesi, olusumu, görselligi hep etkilemistir beni...
Santorini, Antik Zamanlar'da meydana gelen volkanik patlama sonucunda bugünkü krater görüntüsüne sahip olmus... Öyleki bu kraterin yarattigi manzarada günesin batisini izlemek ve bu görsellikte kutlama yapmak icin ciddi bir ziyaretci sayisina sahip :)) 3500 yil öncesine kadar Ada'ya yerli halk Minoanlilar ev shipligi yapmis o zamanlar ada daire seklindeymis. Ada'daki volkan büyük bir sarsintiyla patlamis ve Ada'nin ortasi sular altina gömülmüs (bazi arkeloglar Kayip Sehir Atlantis'in burasi olabilecegini düsünüyor)...
Bu kadar tarihi bilgi yeter simdi görseller ve benim hayallerime gelelim canlarim...

                                    Santorini ve klasik manzarasi :))


Santorini Adasinda  kubbeli yapilar, kapilar ve pencereler klasik parlement mavisi olarak biliniyor...
Ben bu yapilarin asigiyim, akdeniz insani oldugum icin olsa gerek; beyaz badana, parlement mavisi kombinasyonu beni ucuruyor hele pencerelerde sardunyalar, kapi esiklerinde begonviller sarkiyorsa iste orasi benim olmak istedigim tek yer ve mekan...


Santorini'ye böyle bir gün batiminda ulastik...(yani ben öyle hayal kurdum)
Sevdigim insanlarla bu görüntüye yanyana, sessiz, ayni güzelliklere bakarken farkli seylerin hayallerini kurduk... -daldik... -uzun uzun soluklandik... Uzaktan göz kirpan yel degirmenine daldik, aramizdan biri Don Kisot hikayesini yeniden farkli tarzla anlatti, kim mi, kimbilir?
Sonra bol hayallerin oldugu barisa, insanliga doymus bir dünyanin hayalini konustuk...




Sonra buz gibi sürahilerde Santorini beyaz saraplarimiz geldi, yaninda Santorini ekmeklerimiz sicacikti, ic isitanindan... Dost muhabbetini, mis  gibi  zeytin yagina bana bana tattik... Öyle lezzetli öyle nefisti ki, hep bir agizdan dedik; olamaz bu nasil bir keyif, bunu tekrar yapalim!!! Sevdigimizin dokunuslariyla gelen aksami kucakladik, saraplarin serinliginde mayhos olduk, ilk kim mi oldu, kimbilir???
Santorini bir sarap adasiymis, alisveris yapacaginiz tek sey sarap dükkanlariymis... Bu bile orda bir ömür kalmamiza yeter yahu dedik :))



Gelen Santorini gecesini keyifli ve her anin tadina vararak cikardik... Kocaman gece mavisinin icinde piril piril parlayan bu kücük ve tarih kokan ada'nin tüm hikayesini Uzo ve metaxa ile taclandirdik... Metaxa o eski caglara götürdü birimizi ama ne keyifli bir gidisi vardi... Kim mi, kimbilir???




Bu enfes sabaha uyandik hem de hic aksamdan kalmamis gibi, Akdenizin tazeligini, güzelligini icimize ceke ceke kahvemizi yudumladik hep birlikte... Sonra Santorini'ye ait dar sokaklari gezdik, okudugumuz tarihinin icinde birebir yasadik... Santorini'ye özgü kücük sarap dükkanlarinda soluklandik, saraplarini tattik... Bagcilarin cüzzi bir ücret karsiligi sundugu meze esliginde sarap sunumlarini kacirmadik :))  
Akrotiri ve Thira Harabelerini gezdik, Antik Yunan ve Roma Harabelerinin  icinde zaman algimizi yitirdik, Satorini tarihinde kaybolduk..

Bu benim gitmek istedigim yer hayalimdi, yanimda sevdigim Adam ve sevdiklerim vardi!!! 
Peki sizin gitmek istediginiz yer neresi, kim olmali yaninizda, yakin zamanda hic düsündünüz mü???

Nesnel olarak illada orda olmak degil, bazen hayaller insani daha cok mutlu eder, daha cok ani kazandirir...
Hayal kurmak güzeldir... Hic hayal kurmamis insan, hayal kirikligi yasamamis insandir...
Hayallariniz ve bunlari gerceklestireceginiz güzel günleriniz olsun Canlar... 










Montag, 2. Dezember 2013

Blog Firtinasi: 2. gün, 2 Aralik...

          "ismini sevmeyen Kadinlar..."

Kitapliga elimi attigim an Siyah Süt en önlerdeydi (Birgül icin ayirmistim vermeyi unutmusum...) aliverdim elime ve herhangi bir sayfayi actim veee ta ta ta tam "ismini sevmeyen kadinlar" satiri...
Cidden benim ismimle alakali ne cok gel-git hallerim olmustu ancak bu kadar uygun bir baslik olur, gecmisimde baya baya ugrastigim takintili hallerime...

Simdi bir itiraf zamani: Ben ismimi uzun yillar sevmemistim oysa tanidigim ve karsilastigim her insan ismimin üzerine onca methiyeler ederken ben icten ice ismime hep ama hep mesafeli bir durusum, igreti bir bakisim vardi...



Bu yaklasimda Babamin ben kücükken Karacaoglan'in "incecikten bir kar yagar, tozar elif elif diye" seslenmeleri epey etkiliydi sanirsam :( cocukluk iste!!!
Veya Dedemin türlü türlü yalanlar söyleyip ama bir türlü annemin ismini vermek istiyorum mertligini ve cesaretini Babanneme göstermemesi ve bir yalani sorumlayan ismin altinda kalmakti belki nedeni...
Yada kirsal bir köyde gecen cocuklugumda köyde tüm yasli kadin ve erkeklerin bana "Elif Ana" diye seslenmesi nerden baksan tutarsizligin ve bunalimin dibiydi hani...
Kisaca cocuklugum bu "Elif" ismine igreti durarak gecmistir... 

Sonra iste o dünyaya baska baska bakislar, o ben bilirimler, o ben baskayimlar döneminde en cool kiz ve erkeklerin ismime hayranligini görünce dedim way bee harbi benim isimde bir alengir var ama dur bakalim altindan ne cikacak :)))

Sonra iste ismimi ben olarak arastirdim ve evet baskaydi, benim adim diye degil cidden baska bir boyuttaydi Elif ismi... Ben ne zaman ismimi sevdim, onu irdeledim, o zaman ben oldum... Nesnel anlamim degil özde benligim oldu, hayat verdim, ruh kattim ismime... Öyleki yillar sonra yasli bir adam bana "isminin anlamini iyi bellemissin, üstüne oturmus unutma isimlerin elbisesidir kisi demisti, sen onu giydirirsin...

Gercekten isimlerin bir anlami,bir büyüsü, bir hissi var... Bu ne öyle amaan diycek bir olay ne de ahh iste epi topu isim yahu diye basitlestirilecek bir sey... 
Cidden isminizin anlam ve icerigini iyice inceleyin hatta deyim yerindeyse didikleyin mutlaka ama mutlaka sizinle bulusan bir yani bir dokunusu vardir... Biz kadinlar ismimizi hep gec hep zor seviyoruz... Önemli olan o isimden vazgecmeyelim ne olursa olsun...
Kendinize ve isminize sahip cikin, anlamini siz verin, siz yasatin...


Sonntag, 1. Dezember 2013

#Blog Firtinasi...

#Blog Fırtınası, 1. gün ödevim :)


Tam 13 yil önce toprak ve kil kokusu esliginde acayip tozlu bir atölyenin kapisini acip iceri adimimi atmamla yere yüzü koyun kapaklanmam bir olmustu... Hatay MKÜ'nün Güzel Sanatlar Egitim fakültesi, Heykel 1. atölyesinde Perspektif dersindeydim ama yerle bir halde :( utandim mi, sarsakligima mi kizdim bilmiyorum ama ayaga kalkip bir kenara resmen ilistim, olabildigince ayriksi bir sekilde....
Bu benim sinif arkadaslarimla ilk tanisma seklimdi :) yanina ilistigim insanin adi Raziyeydi ve 4 yil boyunca herseyimizi paylastik ve hala görüsüp ayni yerden hayata, yasama yarenlik ederiz...
Neyse efendim sevgili Hocamiz anlatiyor, genizden gelen boguk ve anlasilmayan ses tonuyla, %40 duyu kaybi olan kulagimla ben ve alt-üst desibel sesleri algilayamama problemimle ben dogaldir ki anlayamadan sadece dinliyorum. Arada Raziye'ye soruyorum tabii (bunaldigini anliyorum Raziye'nin) vee son vurus!!! Hoca "bahcede kil havuzunda kil az arkadaslar" dedigi anda bende bir düsünce, bir ne yapsam hali bu defa yanina ilistigim Raziye'ye diyorum yaa arkadasim iyide biz  bu ekim ayninda nerde buluruz "kiraz"?
-Raziye: ne kirazi ya, sen iyimisin???
-yaa iste Hoca dedi ya kiraz hazirlayin ama bahcede az diye!!!
-Raziye: Arkadasim kil az dedi k-i-l... ne kirazi yahu, anladin mi???
Ders bitti ve Raziye bana dönüp kütüphaneye mi gidelim, yoksa su meshur kil olayinimi halledelim ne dersin???
 Ve o zaman anladim ki en berbat dediginiz anlar baska güzelliklere, bambaska kisi ve olaylara baslangic olmakta...
Ben o gün kapi önünde pat diye düsmeseydim belki Raziye'nin yanina degil baska bir insanin yanina oturacaktim ve Raziyeyle yasayacagim bircok güzel seyleri yasamayacaktim...
Ve belki baska bir arkadasimla daha güzelini yasayacaktim ama iste an ve yasam insanin secimlerini, bakisini ciddi anlamda etkiliyor...

Bugünün ödevi "ani veya hikayeydi" bende bana dair cok cok özel bir anla bu etkinlige baslangic yapmak istedim...
Sevgiyle kalin, yarina dek...


firtina
Millet her yerde blog challenge’ları yapıyor, yazmaya teşvik olsun diye, bizde tık yok. Onun icin ben de yabancı bir sitede bulduğum 30 günlük bir challenge’ı aldım, Türkçe’ye uyarladım. Şimdi biz de Aslı’cımla birlikte yapıcaz bunu.
Challenge yerine ne desek Türkçe’de? Bilemedim. Ödev diyelim.
Nedir yani? Şöyle bi şey:
31 gün. 31 ödev. Aralık ayı boyunca her gün bir yazı.
En azından deniycez, her gün yapabilecek miyiz emin değilim ama inanmak başarmanın yarısı, öyle ya. Biz Pazar günü başlıyoruz. Anı da olur, hikaye de, ne istersek öyle, yeter ki yazalım. Ödevleri sadece ilham olarak kullanabiliriz, sıkı sıkıya bağlı olmamız da gerekmiyor bence. Ben sırayı bozmayacağım, her gün yazamasam da gün sırasıyla gideceğim. Tamamen atıyorum, 12 Aralık’ta yazamadım mı, o ödevi atlayıp 13′ten devam edeceğim ama herkesin keyfi bilir yani sonuçta, amaç yazmak için bir bahane yaratmak, düzenli yazma disiplinini kazanmak ne de olsa, ödev yapmak değil.
Katılmak isterseniz bekleriz, katılırsanız twitter’da hashtag’lemeyi (#blogfırtınası) unutmayın ki takip edebilelim. Hatta bu yazıya link verirseniz, burada da birikir pingleriniz, güzel olur, hem belki başkaları da katılır, hep beraber birbirimizi gaza getiririz. İnternet mimi gibi bir şey aslında işte. Haaa hangi günün ödevini yapıyor olduğunuzu da belirtin tabii yazının bir yerinde bence.
Ödevler şöyle:
Gün 1. Yazınıza “Bir varmış, bir yokmuş” ile başlayın.
Gün 2. Herhangi bir kitabın, herhangi bir sayfasını açın ve bir satır seçin. O satırla yazıya başlayın, gerisi sizden…
Gün 3. Dünyada istediğiniz bir yere gidebilecek olsanız nereyi seçerdiniz, düşünün. Oradaki deneyiminizi yazın.
Gün 4. Kafanızdan bir karakter atın ve onun hikayesini yazın.
Gün 5. Bir rüyanızı veya kabusunuzu hikaye şeklinde yazın.
Gün 6. “Mutfakta penceremin önünde duruyorum…” Başlangıç cümlesi bu, gerisi serbest.
Gün 7. En sevdiğiniz mevsimi yazınızda okuyuculara da yaşatın.
Gün 8. En sevdiğiniz şarkıyı alın, ismi ve sözleri yazınıza ilham olsun.
Gün 9. Bir kafedesiniz, başınızı kaldırdınız ki kimi göresiniz! “Kimi” kısmı size kalmış, buyrun yazıda anlatın.
Gün 10. Eskiden yazdığınız bir şeyi bulun. Girişini tekrar yazıp ona yepyeni bir ton verin.
Gün 11. İlk işiniz hakkında yazın.
Gün 12. Sevdiğiniz birini bir karaktere çevirin ve onun hakkında yazın.
Gün 13. Hep hayalini kurduğunuz evde yaşıyor olsanız nasıl bir şey olurdu onu yazın.
Gün 14. “Fırtınalı ve karanlık bir geceydi…” Yazıya bununla başlıyoruz, sonra neler oluyor bakıyoruz.
Gün 15. İyi ya da kötü, herhangi bir çocukluk anınıza yeniden hayat verin, bugünkü içgörülerinizle tekrar bakın.
Gün 16. Son yediğiniz yemeği tüm detaylarıyla anlatın, ağzımız sulansın.
Gün 17. Bugüne kadar yaptığınız en güzel tatili yarattığınız bir karakter yaşamış gibi anlatın.
Gün 18. En sevdiğiniz kitabın adı yazınıza ilham versin.
Gün 19. Çocukkenki halinizi hikayenizdeki bir karakter olarak anlatın.
Gün 20. Burcunuzun özellikleriyle bir karakter veya bir dünya yaratın.
Gün 21. Dışarı çıkın ve dışarıda gördükleriniz hakkında yazın.
Gün 22. Geçmiş hayatınızda biriymişsiniz. Kimmişsiniz? Ne yaparmışsınız?
Gün 23. En sevdiğiniz kurgu karakterin günlüğüne yazdığı bir yazıyı yazın.
Gün 24. Bir gemi veya araba yolculuğundasınız, sizden yaşamak isteyeceğiniz yol hikayesini bekliyoruz.
Gün 25. Su temasına dair aklınıza geleni yazın.
Gün 26. Geleceği hayal ettiğinizde ne görüyorsunuz? Bilim-kurgudan bahsediyoruz, evet!
Gün 27. En sevdiğiniz peri masalına yeni bir son yazın.
Gün 28. Şu an olduğunuz kişiyi bir hikayedeki bir karaktere çevirin.
Gün 29. Ne yazarsanız yazın, sonu bitmemiş olsun, “devamı gelecek” hissi uyandırsın.
Gün 30. İlham perinize bir mektup yazın.
Gün 31. Konumuz yeni yıl. Yeni yıldan beklentileriniz, yeni yıl kararlarınız ya da aklınıza ne gelirse…
Böyleyken böyle, hadi bakalım, kolay gelsin.

Dienstag, 22. Oktober 2013

Türk Annelerinin Halleri!!!

Benim Annem...
Bizler cocukken nerde, nasil, ne sekilde yemek yerdik bilmezdi mesela Annem; cünkü kocaman bir avlumuz ve o avluda 5 akraba ailemiz vardi... Yemegi buldugumuz evde yer, yoruldugumuz yerde uyurduk :) ve de Annem öyle pimpirikli, sürekli cocuklarim diye titizlenen bir kadin da degildi... 

Bu yaklasim ayni avluda büyüdügümüz kuzenlerimizin annelerinin yaklasimlariyla  kiyasladigimizda bizi ciddi anlamda sasirtan bir durumdu... Yani biz 5 kardes Annemizden; ayagina corap giiy, ayyy gece üstünü kapamiyorsun, cocuguum süt icmedin, ahhh yelek al üstüne, üsüteceksin simdi!!! -falan tarzi yaklasimlari görmedik-duymadik yaniii... Anne örnegimiz böyle olunca biz cok pimpirikli ebeveynler olmadik... (-buarada bir noktayi acikliga kavusturmam gerekiyor; asiri titiz anne-baba degiliz kardesler olarak evet ama hani saldim cayira mevlam kayirada olmadik yani!!!)

Hal böyle olunca beni sasirtan ve bazen hafiften geren bazi anne tipleri var ve haddimi asarak bu tipleri biraz kritik etmek istiyorum cünkü bu nev-i sahsina münhasir Annelerin mutlak ve mutlak anlatilmasi gerekiyor!!!
Asagida verilen örnekler benim gözlemlerim ve yasadiklarimdandir...
Ve asla kat-a genellemiyorum bunlar sadece örnek, örnek arkadaslar... Ve nolur alinmayalim-kirilmayalim-germeyelim ortami :))



                                
1- Cocugum yemek yemiyor buhranlari geciren  Türk Anneler:
  • Cocuk parkinda elinde yemek tabagi... Tabagin icinde lapa halinde bir yemek, cocuk desen rahat 1.5 yasinda, agzi dis dolu yani kendi kendine azda olsa yiyecek dönemde ama yoook sevgili annemiz kah salincakta kah kaydirakta agzina tikiyor cocugun...  Bir kasik daha yedirme delisi Türk anneleri!!! 
  • Bu defa mekan deniz kenarinda: cocuklar kumla, cakilla, dalgalarla oynarken yine cocugu ve elinde yemek iliskisi icerinde kendisini var eden Anne ... Bu tip Annelerimiz öyleki cocuga sen ne kadar yedigini bilmiyorsun, ben daha iyi bilirim yavruuum edasiyla yedirdikce yedirir...
  • Ben cocuguna daha 1 yasinda cikolatayi yedirip, midesi kazinsin daha cok yemek yesin diyen anneler biliyorum beee!!!
  • Yahut cocuguna sirf yemek yesin diye lokur lokur cola-fanta iciren anneler bile gördüm hey gülüm hey...
  • Bu tip anneler teknolojinin yeniliklerinden de faydalanmaktalar nasil mi? -simdilerde ipad'le yemek yedirmekteler onuda gördük unutmadan!!! -aaa bak tabak bitmezse alirim ipadi izleyemezsin x-y-z 'yi dimii Babasiiii!!!
  • Cocuk yemegini yemedi diye sinirden esini-dostunu mutsuz edip üstüne yemek yemez bu Annelerimiz, velevki siz yemek yediginizde tuhaf bir sekilde bakarlar... Yok hayatim ne rahatsin sen öyle, ben ölsem yiyemiyorum benim cocuk ac iken!!! (Sen cok metah sey yapiyorsun hayatim ac bilac, sinir küpü gezerek...) - evet, cocugum ac iken yemek yedim, cünkü ac iken ben cok sinirliyim...

2.Herseyi ben bilirimci  Türk Anneler:
  • Ben en iyisini bilirim, ben en tecrübeliyim, ben, ben, ben... Yahu kardesim bende anneyim, bende biliyorum kendi capimda ayrica birak ben de tecrübe edineyim!!!
  • Mesela bu yaz tuvalet aliskanligi döneminde özellikle Pedagogumuzun bahsettigi birkac kilit nokta vardi ve yine bu  herseyi bilen anne grubu  is basinda yok öyle olmaz, yok böyle bidi bidi bidi... Eee o zaman sana birakayim temelli bak yaniii!!!
  • Mesela benim 2 kati kuralim vardir onlarda cocugumun uyku ve yemek aliskanligidir... Bu noktada evet cok kuralciyimdir... Örnegin; Arjin'in ne kadar cok yedigiyle degil, yemek süresince masada oturduguyla alakaliyimdir... Ayrica cocuk ac olunca pekala yiyor efendim, tecrübeyle sabit yani... 
  • Evet uyku saati benim icin cok önemli!!! Cocuk bu  kardesim aksam 8'den sonra uyanik olmasinin kimseye faydasi yok... -aaa yazik yahu akranlari ayakta ama!!! -bana ne canim senin cocugun isterse sabaha kadar otursun, ha evet ayni zamanda sana ne benim cocugumun tavuk gibi uyumasindan!!!
  • Bu herseyi bilen anne gurubu; cocuk hastayken devreye girer ve artik hiiic susmaz, bildigi bilmedigine yetmeyen bu anne tipleri baslar konusmaya!!! -Aaa cok rahatsiiin canim sen, Üstelik senin cocuk havale geciren bir cocuk!!! -yahu corapsizdi ayol ya da dondurmayi verdin bak üsüttü cocuk!!! Cocugun atesliyken-hastayken bir dolu yanlis bilgi verip uygulaman konusundaki israrlari!!!




3-Kendisi kralice, cocuklari prenses ya da prens olan Türk Anneler:
  • Bu kralice anne tipi yakin cevrenizde varsa vay halinize derim; cünkü tecrübeyle sabit :) bir ahh cektiriyor size!!!
  • Neyse ben bu tipleri etrafimda yok ettim, rahatim yani...
  • Bunlarin sizi en sinir ettigi yer cocuk parkidir, parkin her bölgesi, her karesi bu kralice anne'ye ve yavrusuna aittir... Hele bir itiraz ediverin bir fena olur o kralice edasindaki anne off offf!!!
  • Bu kralice anne'nin cocugu, cocugunuzu döver ya da canini acitirsa, direk cocuguna kosar kralice anne ve onu kucagina alir, oksar sanki siddete ugrayan onun cocuguymus gibi...
  • Parkta onlari istemeden rahatsiz eden cocugu parktan atmakla tehdit edecek denli kralicedir kendisi!!!
  • Yine bizden bir örnek: Arjin kaydirakta siranin kendine gelmesini beklerken, yandan Arjini iterek öne gecen cocuga Arjin'in bagirmasiyla saniyede kralice anne'nin solugu Arjin'in yaninda almasi ve kadinin, -aaa niye bagiriyorsun abiye (dikkat Abi, yani  kizim daha kücük) bakalim hmmm cok ayip diye sorgulamasi!!!
  • Ya da doktor bekleme odasinda bicir bicir konusup, sakin sakin oturan cocuga hevesle bakarken, -ahh ne sakin bir cocuk, benim kizim olsa burayi hallactan gecmis pamuga cevirmisti dediginiz an veee cevap... Kralice anne: -aaa biz hep konusuyoruz, sürekli konusuyoruz ondan!!!  (-hmmm biz demek ki daha cok bögürüyoruz ya da hay bin kunduz agzimi bozucam simdi)

4.Anne olmayan ama cok bilen Türk kadinlarimiz:

  • Vallahi bekar ve cocuksuz arkadaslarim hiiic darilmasinlar, kirilmasinlar... Onlarada iki cift laf etmeden olmazdi :)
  • Hani kirk yilda bir söyle gecerken ugrayip, en fazla 1 saat gördügünüz cocuk hakkinda nolur, lütfen yorum yapmayin ve beni ve anneleri delirtmeyin!!!
  • Karsimiza gecip gevrek gevrek -ayyy hayatim söyle yapmalisin, böyle yapmalisin laflari sizinle iletisim kurma duygumuzu öldürüyor bilesiniz...
  • Anne olmak öyle yegenine bakmakla, onlarin büyümesine tanik olmakla es degil tecrübeyle sabit canim!!!
  • 3 yegenimin büyümesine  yardimci oldum, hergün yanlarindaydim ama annelik baska birsey, baska türlü birsey...
  • Anneligimizi sorgularken ya da ayy bu cocuk söyle-böyle kritigi yaparken iyi hos amma velakin 2 saat sonra ayy basiiim, yok ben kaciyorum arkadas cümlesi durumla pek tezat canlar bilesiniz...
  • Yani bu arkadaslara gelin 1 saat o muhtesem pedogoglugunuzu bizim cocukta konusturun bende bir sergi, konser yapayim desen tisssss ses soluk cikmaz!!! O halde susunuz anacim, hele 7-24 cocukla yasamiyorsaniz sessizce dagiliniz, kafamizida bozmayiniz arkadas...
 Vee iste benim edindigim izlenimler ve de bizim topluma ait örnekler bunlardi Canlarim... Elbette müthis ve bilincli bir cok annelerimiz var... Elimde oldukca onlarida paylasacagim burda ama istedim ki önce cuvaldizi batiralim kendimize!!!
Cocuklarimiz bizden ayri bir kisilik ve karakter bizim aynimiz olmaya, bizim isteklerimizi birebir uygulattirmaya zorlamak, onlarin bizim gibi olmasi demek!!! Oysaki bizim aynimiz bir kisi bizi beslemez, zenginlestirmez bunu unutmamak gerek...
 Hayat cok güzel ve cocuklarimizin hayatlarinin mutlu, saglikli, kendilerine ait deneyimleriyle daha da güzel olmasi bizim elimizde!!!
                                   Kalin saglicakla...

Sonntag, 6. Oktober 2013

Medyatik Anne: Merhaba... Eylülde bitti... Bizim evin halleri...

Medyatik Anne: Merhaba... Eylülde bitti... Bizim evin halleri...: Merhaba... Ne kadar zaman oldu buralara yazmayali? Sanki yillar gecmis gibi benim icin cünkü tam 60 gündür bloguma yazi yazmiyorum... Nede...

Merhaba... Eylülde bitti... Bizim evin halleri...

Merhaba...
Ne kadar zaman oldu buralara yazmayali? Sanki yillar gecmis gibi benim icin cünkü tam 60 gündür bloguma yazi yazmiyorum...
Nedenleri belki cok belki yok ama iste bir türlü elim klavyeye gördüklerimi yazmak, icimi bosaltmak adina gitmiyordu. Bende var olan bu yazi yazmamak ruhunda etkili olan birsey var ki o da, Ülkemde hergün olan olaylari uzaktan duymak, izlemek bu ruh halimi ciddi anlamda tetikliyordu...

Oysa koskocaman 7 haftalik Türkiye gezimiz oldu... Arjin bu defa Türkiye ve bura (Almanya) ayrimini anladi ve kavradi artik öyle hemen hop diye Dede-Anneanne-Babaanne-Dayi-Amca-Hala-Kuzenleri göremeyecegini biliyor... Zira onlara gitmek icin ucaga binmek gerektigini ve uzaklik noktasini daha bir anladi sanki :( 


Türkiye Arjin icin cok cok verimliydi, benim icin ise özlemlerimi sagiltmakti... Kisaca Türkiye 2013 seyahati inanilmaz güzel ve keyifliydi, Türkiye gezimizle alakali önemli dipnotlari bir yaziyla paylasacagim UNUTTURMAYIN lütfen!!!


Eylülde bitti...
Eylül Almanya'da yagmur, yaz, sonbahar, tatli soguk, okul ve tatil dönüsü telasi demektir... Ben kendi 
adima eylül ayini hep severim cünkü;
1. Sicak degildir, öyle serin serin yüreginizi oksar...
2. Güz tüm rengiyle yüreginize dokunur, icinizi kah hüzünlendirir, kah sevindirir...
3. Sanki hep bir ayrilik ani yasatir...
4. Okullarin acildigi ay olarak cocukluk, genclik buruklugudur...
5. Üniversiteli olarak aile hegomanyasindan kurtulus, özgürlüge kavusmadir :)) (yazar burda kendi ic haline dönerek bir degerlendirme yapmistir :D )
6. Sararan ilk yapraklara kavusmadir...
7. Büyük evlerde gelecek olan kis icin hazirlik telasidir...
-ve benim icin bu liste uzaaar gider... 
-ve ayrildigimiz Eylül'e, bir sonraki Eylül'e dek veda ediyorum...

"Cam şişelere koyduğum 
Eylüllerden yaz yap bana...

Murathan Mungan

Bizim evin halleri... 
Bu 3 yas sonrasi cocuk halleri cok güzelmis yahu inanilmaz keyifli ve ögrenmeli bir halde gecmekte bizde... Elbette sorunlar yok mu?-var tabii zaten olmazsa bir sorun var bana göre. Ama bu 3 yas konusunu bir ara detayli birsekilde ele alacagim merak etmeyin ama simdi konuyu dagitmadan toparlamak gerek...
 
Bir defa  Gezi parki olayi taa buralarda bile bizi etkiledi bu belki bizim a-politik olmamamizla alakali bir durumdu bilemiyorum ama bildigim Arjin bir ara bunlarla evin icinde geziyordu "her yer Taksi, her yer direymis" ya da otobüs gibi yada "SIK BAKALIM" sarkisini söylemek gibi ya da duman gördügü her olayda "anne polisler insanlara duman atti" dimi gibi sorulari tüm yaz ezber ettik...

Uzaklarda ölen piril piril genclere aglarken Arjin'in saskin bakislarini!!! -aglarsan anlayamam seni yaklasimlarini duymak gibi, ya da gökyüzüne bakip bu dünya oluyor degil mi Anne, bu bizim dünyamiz degil mi sorulari gibi!!!
Arkadaslariyla bir araya geldiklerinde oyun kurmak ve oynamak gibi kii lütfen dikkat!!! --> oyun oynamak diyorum cünkü; 2 yas ve sonrasi oyun degil daha cok kavga ediliyor!!!
Yani kisaca bu 3 yas bir harika dostum...

Benim hep süre gelen ve gidecek olan diyet hallerim devam ediyor, kilolarim öyle ciddi rakamlarda eksilmedi ama iste bir sekilde yasam bicimini düzenlemekteyim... Su ara Türkiye'ye ait olan ehliyetimi Alman ehliyetine cevirmek telasi icindeyim ve gün ici aktivitelerimi ciddi anlamda daraltmaktayim...
Arjin'in kreste dil sorunu epey azaldi hatta simdiler müthis bir almanca konusma patlamasi yasamakta, hatta bu durumu evde devam ettirmekte ama evde düzgün türkce konusmak konusunda kararli olmam sonucu ev ve kres ayrimini yapmakta artik... ( bu anadil ögretme israri babada sekteye ugradi yazikki Arjin arapca duydugunda tepki bile vermiyor artik :/ )

Fakat enteresan olan disarda türkce konusan insanlari duyan Arjin'in ciglikla anne bak bizim gibi konusuyorlar diyerek tepki veriyor olmasi... Bu bazen cok komik bazen sikintili bir hal aliyor ama iste kendini ifade etme dönemi olan bu dönem böyle yapacak birsey yok...

Simdi bana gelirsek ben bu aralar kendi icimi sagaltiyorum, beni benim icimde zehirleyen, negatif anlamda etkileyen ne türden mahlukat varsa ic terapimle azaltiyorum... Bir defa benim enerjimi düsüren ne varsa hayatimdan uzak tutuyorum artik, öfkelerim daha az, serzenislerimde öyle, kirginliklari minumum yasamak adina sifir beklenti moduna gectim böyle olunca cidden cok dingin ve huzurlu siz cikiyor ortaya...

Beni acitan, üzen seyler olmuyor mu oluyor elbette ama duruyorum, nefes aliyorum, ve diyorum ki kendime zaman ver olaylara, kisilere ve duygulara... Sonra bakiyorum ki senin üzüldügün baskasinin keyfi ve egosu oluyor ve buna icten ice seviniyor hatta kücük hazlarla peyder pey kendini var ediyor!!!
O an kendime dönüp diyorum ki "bak Elif bu kisi artik el versende dogrulmaz, o da kendince bulmus ic yolunu, bu saatten sonra bir kimsenin, baska bir kimseye egitim verebilecek ne ömrü, ne ruhu, ne de haddi var... Var olani var oldugu gibi birak ve yola devam et... ( burda kendi icimdeki sese sastim cidden, Mevlana dizeleri okur gibi hisettim kendimi...)

Bence sizde su ara üzerinize gelen kisilerde ve kurgularda bunu uygulayin derim zira cok ise yariyor, zaten terapistlerin önerisi de bu degil mi, yoksa ne saniyorsunuz!!!
- Önce ruhunuzu besleyin ve koruyun... Duygularinizi korur ve kollarsaniz, gerisi kendiliginden gelir... 















Donnerstag, 8. August 2013

nerden baslasam. nasil anlatsam...

Uzun cok uzun bir süredir yazamiyor-dum... Neden mi? 

-nedeni bircok seyde sakli, su an bu yaziyi yazarken bir tarafta Rojava'da- Lazkiye'de insanlarin katledilmesine tanigim bir tarafta Istanbulun kalbi Taksim ve cevresinde gerceklesen polis terörüne tanigim... Ve ülkemin her yanindan cikarilan yanginlara ve yok edilen ormanlara tanigim... Elbette tüm bunlar olurken öylece bakakalmak, uzaktan seyretmek ve elimden birsey gelmemesi kahrediyor beni ve gittikce insanligimizdan utanma-korkma boyutuna getiriyor... O nedenledir ki YAZAMIYOR-DUM!!! 

Gezi direnisinde kaybettigimiz Genclerimiz beni öyle derinden etkiledi ki bunu burda anlatmadan gecemiyecegim... Hic tanimadigim bir gencin gülüsüne bakip aglamak, annesinin sessiz cigliginda yüregimin parca parca olmasi, bir annenin evladinin montuna yaz sicaginda sarinmasi-siginmasi ve onun acisiyla yüregimin yanmasi... Kisaca ben beni, özümü darmadagin bir halde bulmaktayim...

16 haziranda ekmek almak icin sokaga cikan 14 yasindaki Berkin Elvan'in hala uyanmamasi ve ailesinin yapmak istedikleri izinli basin aciklamasina kolluk güclerinin insanlik disi saldirisi, yada 19 yasindaki bir gencin sivil polislerce ölümüne dövülmesi ve bir dolu saglik ihmaliyle ölüme terkedilmesinin ardindan ülkenin Diktatör Basbakan'in orantisiz güc kullanan bu polisler icin "destan yazdilar" demesi!!!

Gözlerini kaybeden onlarca insan, beyin travmasi gecirenler, gözalti süresince tacize ugrayanlar... Cenazelerine katilan insanlara verilen cezalar, yaptirimlar ve tehditler!!!


Ölen o gencecik cocuklarin internette cocukluk fotograflari geziyor ve ben biliyorumki o annelerin gözünde cocuklari hala öyle cocuk hala öyle kücük... O annelerin yerine kendinizi bir an koyabilirmisiniz kücük bir an???
-Hayir degil mi!!!
O Anneler icinde hayir-di ama olmadi...
Bir karanlik ülkede, bir Diktatörün destan yazdilar dedigi Polisleri tarafindan, cocuklarini bir karanlik gecede, aydinlik bir gelecek adina kosarken kaybettiler, gecenin icinde kucaklarindan koparildi bir daha sarilmamak adina, sonsuza dek... Benim icim hala yanarken, hala fotograflarina bakip agladigim bu genclerin annelerinin yerine kendimi koyamiyorum...


Bugün sosyal medyada dolasan Rojava'ya ait video ve fotograflar benim bu dünyaya ait insanca yasam umudumu yok ediyorken... Gelismis ülkelerin  midesi dolsun diye, savunmasiz, masum insanlar yok ediliyorken, cocuklar bir daha uyanmamak adina katlediliyorken, ölen anne ve babasinin basinda kücücük cocuklar agliyorken... Cocuk istismarcilari cocuklarin dünyalarina, bedenlerine kirli ellerle saldirip ve bundan ceza dahi almiyorken....

 iNATLA; Yazmak gerek... 
Duyurmak gerek... Bagirmak gerek...

Evet simdi bayram kutlama mesaji bekleniyorsa bu blogdan bosuna beklemeyiniz efendim; cünkü  kutlanacak  ne bir bayram ne de bir olay göremiyorum... Bayramlar cocuklarimizin bir gece ansizin hic ugruna alinmadigi zamanlarda kutlanmali... 
Ama Gezi direnisi ve ruhuyla diyorum ki bu daha baslangic, mücadeleye devam!!!






Dienstag, 30. Juli 2013

3. köprüye neden karşıyım ???

Bu yazı bir ortak yayındır. Biraz gec yayinlamaktayim (uzun hikaye birara yazip paylasirim sizlerle söz) bunun icin simdiden özür diliyorum vee bu yazinin icerigini, genel temasini birçok blog yazarının blogundaki yaziyla benzer oldugunu göreceksiniz...
Cünkü ilk basta yazdigim gibi ortak bir yayindir ve aklimdaki düsünceleri, yüregimdeki karsi cikisi cok net sekilde kaleme almislar hemde oldukca aciklayici sekilde...
Yazıyı hazırlayan Banu Conker ve İrem Afşin’e yürekten tesekkürlerimi gönderiyorum.... 

3. KÖPRÜYE NEDEN KARŞIYIM? / #KöprüdegilTopluTasima
Ben bir anneyim. Anne olmak sadece doğurmak değildir. Anne olmak geleceği yetiştirmektir. Bir çocuk gelecek için yatırımdır. Çocuklarımızın sağlıklı olması en büyük servetimizdir. Bunun için de sağlıklı yiyecekler, kirlenmemiş, yok edilmemiş bir doğaya ve temiz suya ihtiyacımız var.
Ben İstanbul’da yaşayan bir anneyim. Kış geldiğinde şehrin üstüne inen kirli hava pusunun altında nefes almaya çalışıyoruz. Ben çocuğumun temiz havayı içine çekmesini, toprağın kokusunu duymasını istiyorum, çünkü bunu ona borçluyum. Kızılderililerinin dediğine inanıyorum, “biz dünyayı çocuklarımızdan ödünç aldık”. Dünyayı daha iyi bir şekilde onlara geri vermeliyiz.
Yaşadığımız şehirde doğa rant hırsı ile uzun yıllardır fazlasıyla tahrip edildi. Şimdi bir de yıllardır konuşulan 3. Köprü’nün yapımına başlandı.
  • Eğer 3. Köprü yapılırsa; trafik için çözüm olmayacak, ancak çevreyollarının kenarları yeni sitelerle doldurulacak.
  • Eğer 3.köprü yapılırsa, zamanla ormanların içindeki su havzaları ortadan kalkacak ve susuzluk sorunu ile yüzleşmek zorunda kalacağız.
  • Eğer 3. Köprü yapılırsa, suların kirlenmesi çevrenin daha da sağlıksız olmasına neden olacak.
  • Eğer 3. Köprü yapılırsa, sadece İstanbul değil, Kocaeli ve Çatalca yörelerindeki verimli topraklar da beton yığınlarıyla kaplanacak.
  • Eğer 3. Köprü yapılırsa, İstanbul’un giderek azalan yeşil alanları hızla iyice küçülecek, sıcaklık dayanılır olmaktan çıkacak.
Böyle bir şehirde nasıl yaşayacağız? Çocuklarımızı büyütmek istediğimiz şehir bu olabilir mi?
İstanbul’un ilk Boğaz Köprüsü 1973’te, ikincisi 1988’de açıldı. O zaman gösterilen gerekçeler, iki kıta arasındaki ulaşımı kolaylaştırmak ve trafik sorununu çözmekti. Ama sorun, yıllar geçtikçe daha da içinden çıkılmaz hale geldi.
Çünkü köprüler trafiği azaltmıyor, aksine kendi trafiklerini yaratıyor.
Çünkü köprülerin taşıdıkları yolcu değil araç!
Birinci köprü açıldıktan bir yıl sonra:
Boğazı geçen insan sayısı yüzde 4 artarken
Boğazı geçen araç sayısı yüzde 200 arttı!
İkinci köprü açıldıktan sonra bugüne kadar:
Boğazdan geçen insan sayısı yüzde 170 artarken
Boğazdan geçen araç sayısı yüzde 1180 arttı!
Yolcuların yüzde 63’ünü taşıyan toplu taşım araçlarının köprü trafiğindeki payı yüzde 10
Yolcuların yüzde 37’sini taşıyan özel araçların köprü trafiğindeki payı yüzde 90
Özel araçların yarattığı trafik sıkışıklığını karşılamak için İstanbul Boğazı’na 2020 yılında 7 köprü, 2040 yılında 70 köprü yapılması gerek! Köprülerle örtülmüş bir boğaz hayal edebilir misiniz?
Ben bir anneyim, çocuğum için 3. Köprü’nün yapılmasına karşıyım.
Trafiği çözmek istiyorsanız toplu ulaşımı arttırmanızı istiyorum. Trafiği çözmek istiyorsanız, bilinçli araç kullanımının yaygınlaştırılmasını istiyorum.
Köprü değil, sağlıklı yaşam ve çevre için bilinçli toplum ve toplu taşıma istiyorum!
Sizleri 3. köprüyü engellemek ve daha iyi bir geleceğe sahip çıkmak için sosyal medya üzerinden yetkililere baskı yapmaya çağırıyorum.
Daha ayrıntılı bilgi için: http://www.spoist.org/dokuman/Raporlarimiz/spoist_3.koprurapor.pdf

Freitag, 28. Juni 2013

Son Günlere dair...

Türkiye'de olmak...
3 Haziran akşamı ucup, 4 Haziran gece Antephavalimanına konalı tam 24 gün olmuş... Ve bu süre icinde cokta ilgilenemediğim bloguma günlerden sonra yazı yazmaktayım... Cünkü son zamanlara dair biz eski biz degiliz öyle güzel seylere şahit olduk, öyle acı anlara tanıklık ettik ve de öyle ilkel, öyle insanlık dışı bir yönetim şekli gördük ki benim gibi bir insana dahi (zira hep Türkiyeye geri dönmek isterim) iyiki bu ÜLKE'de yaşamıyorum dedirtti... Haa bu ülkede yaşamıyor olmam, burada olanlara kaıysız kalmamı, uzak olmamı, arkamı dönmemi gerektirmiyor yada dünyanın başka herhangi biryerinde dahi olanlara!!!
Türkiye'de ilk defa bu denli büyük bir ayağa kalkışa tanık oluyoruz, sözüm ona birkaç ağaç ne güzel meyve verdi, ne dolu, ne muhteşem bir ayağa kalkışa neden oldu... Cok değil "Gezi'ye sabaha karşı yapılan saldırıdan 2 gün önce arkadaşla şehir parkında konuşurken öyle umutsuz, öyle karamsardım ki ülkemden cook uzakta başka ülkede yaşıyor olsam dahi icim yanıyordu, oysa şimdi içim kocaman bir umutla dolu evet biliyorum ki BİZ bir avuc degiliz!!! -evet ÇAPULCUYUZ, evet MARJİNALİZ, evet NE İDÜĞÜ belirsisiz belki ama BİZ BİZİZ, BİZ HALKIZ, BİZ İNSANIZ...
Ve öyle bir ülke yönetimi düşünün ki en baştan- en ayağa olan kişilerde bir kin, bir hastalıklı duruş, bir yalan, bir inkar, bir halet-i ruhiye ki o büüüsbüyük(!) adamların nasıl algıladıklarını ve ne içtiklerini merak ediyorum kendi adıma o kadar yani!!!





Ve dahi öyle bir ülke ki en demokratik talep olan protesto hakkımızda 5 Güzel insanı kaybettik: ETHEM SARISÜLÜK, ABDULLAH CÖMERT, MEHMET AYVALITAŞ, ZEPNEP YAŞAR, MUSTAFA SARI...
Şimdi soruyorum bu insanların adını iktidara ait, makama ait hangi kişi yada kişiler andı ve cıkıpta öz eleştiri verdi yada kaybettiğimiz bu canların ailelerine kim ziyarete gitti, kim onların acısını paylaştı??? -Cevap: hiç kimse hatta Ethem Sarısülük cinayetini işleyen polis memuru serbest bırakıldı!!! Acı düştüğü yüreği yakıyor, canını, yüregini kaybeden o ailelerin acısını bu kararlarla yeniden alevlendiren bir ADALET bir İKTİDAR ne denir ki!!!
Ve bir Başbakan hala utanmadan, sıkılmadan olanları yok saymakta, yalanlara devam etmekte ve kanlı ellerle oluşturulan mitingler düzenlemekte...
Öyle güzel, öyle onurlu, öyle zeka dolu, öyle orantısız espiri ve yorumlama izliyoruz ki bırakın bu ülke'yi tüm Dünya ayakta alkışlıyor Gezi ruhunu ve oluşumunu...
Ve de bir Başbakan ki öyle belden aşagı, öyle magdur edebiyatlı, öyle mahalle kültürü, öyle din istismarcısı, öyle yalancı, öyle öyleci biri kiii tüm Dünya artık neresiyle gülüyor bilemem... 
Gezi ruhunu anlamak bilgi istiyor, yaşam istiyor, dürüstlük istiyor, güzel bir karakter ve insanlık istiyor... Etrafınızda bu oluşumu anlamamakta direnen var ise onların 0-7 yaş arası insanlıga ait temel bilgilerinde yükleme hatası olduğunu unutmayalım derim nacizane!!! 

TATİL...
Arjinle, Annemde geçirdiğim tatilimiz bu haftasonu bitiyor ve biz Antakya'ya dogru yol alıp 1 hafta Babaanne ve aile ziyareti sonrası solugu Antalyada kızgın kumlardan serin sulara kulac atarak alıp verme moduna geçecegiz...
Bu defa anneanne ziyareti cok verimli geçti :) resmen bezi bırakıp, tuvalet alışkanlıgını edindik... Ve öyle rahat, öyle kolay atlattık kiii anlatmam imkansız; çünkü anlatacak birşey yok :)
Yine Arjin, yine ateş yaşadık... Maraş dondurmasını o kadar cok tüketti ki malum ateş yaşadık ama Türkiyede hemen kontrol altına alındı ve havale yaşamadık :)
Anneanne tatilinde son haftaya kafada 2 dikişle başladık... Olay akşam ellerini yıkamak için lavobada dakikalarca sabunlanan Arjin'e, 3 defa yeter artık cık dışarı ikazıma cevap alamayınca olaya el koyup lavobadan uzaklaştırmak isterken, ayaklarınında ıslak ve sabunlu oldugunu unuttum ve de kontrol etmeden  yere bırakıp birde üst perdeden bagırıp cocuğumu panikletince koşan cocuk ve ayagı kayıp kafasını kapı önündeki mermer zemine arka üstü carpan Arjin!!!
Yeminlen cocuğum 6 defa havale gecirdi ama bu başkaydı, ömrümden ömür gitti lafı neymiş anladım... Elimle kafayı kontrol edip de elim kanlanıp da, saclarını ayırdığım an ve akan kanı görmem ve Arjin'i kapıp, arabaya binmemiz saniyeliktir sanırsam-ki hastanede kendime geldiğimde bir baktım atletleyim ve yer Maraş Tıp Fakültesi anlayan anlar, bilen bilir...Neyse ki film sonucları temiz cıktı da ve 2 zımba dikişle ve 4 saatlik müşade olayıyla atlattık...
Böylece bir Maraş tatilini daha aksiyonlu ve Arjin'e yakışır şekilde sonlandırmaktayız sırada Babaannesinin bahçeli Antakya evi var... Yaşayıp göreceğiz  ve elbette burda paylaşacagız ;)

Herkese güzel, sağlıklı ve sıcakların daha az bunalttığı bir tatil dileği sunuyorum...

















Montag, 27. Mai 2013

Sorunlu evimiz, Türkiye'ye yolculuk vee güncel seyler...

Sorunlu evimiz...
Tasinmamiza tam 1 ay oldu ve biz hala evimizin bitmeyen sorunlariyla bu sorunlara kulagini tikamis bir evsahibiyle ugrasmaktayiz... Üstelik yana yakila aradigimiz ve buldugumuz bu yeni bina bize 75 yillik eski evimizi aratir oldu... Herseyi gectim bu evin bitmeyen sorunlariyla aile hayatimiz bile etkilendi, öyleki esimle sürekli papaz halindeyiz... Ben sosyal ve hukuk devleti olan bu ülkede yasal olan hakkimizi kullanip avukati devreye koyalim dedikce benim iyilik, kibarlik timsali kocam yok ben sorun istemiyorum, yok konusarak halledilecek dedikce bana krizlerin en sahanesi gelip oturuyordu.... Ayy bir ara kendime al kizi, tasi taragi topla, bileti erkene cek git Türkiye'ye dedim... Sonuc olarak Esim cuma günü avukata verdi elimizde yapilmayan ve bir ev icin hayati olan 9 maddelik yapilmasi zorunlu listeyi!!! Ve dahi ve hatta Avukatimizin gözleri ayrilmis okudukca ve maddelerin coklugunu görünce eee buna birde yasarkenki siniri ekleyin ve hayal edin dostlar :(((
Umudum ev sahibimizin, ben Türkiyedeyken avukati ciddiye alip ve de yalanci karakterine bir son verip evin sorunlarini gidermesi aksi halde ayyy ben dönmem bu eve o denli ciddiyim!!!

Türkiye'ye yolculuk...
Biz en son 2012 haziranda istanbul'a 10 günlük bir gezi yapmistik, ailelerimizi yaklasik 2 yil oldu görmüyoruz... Hem benim hem esimin ailesi Türkiyede oldugundan bize cifte kavrulmus bir ziyaret cikiyor, ben genelde hep esimden 3-4 hafta önce gidiyorum...Daha iyi oluyor siz ailenizle özleminizi gideriyorsunuz, sonrasinda esinizin ailesiyle gecirdigi zamanlara yok bizimkilerde bekliyor ayy bak alindilar falan girmiyor herkes mutlu mesut yani ;)))
Bu Türkiye hazirligi evimizin sorunlarina bir nevi ilac oldu, bunaldikca cikip tatil hazirligi yaptim yada kocamin basinin etini yedim ama bunu hic tavsiye etmiyorum sonrasinda kalp agrisi yapiyor :((
Ailelerimizle gecirdigimiz tatil sonrasi elbette kendimize bir kiyak cektik ve buranin depresif ve bunaltan yanlarini unutturacak ve bizi yeniden sarj edecek bir tatil planinida unutmadik, kremler, mayolar, bikiniler hazir :D
Bu yil ilk kez direk Antep havalimanina inecegiz, genelde Adana havalimanini kullaniriz Annemiz Adanalidir ve biz yilda birkez dahi olsa o topraklarin sicagini, kavrugunu yemeliyiz :D tabiii kebabi ve salgamida hüppletmeliyiz :P
Ordan Maras'a geceriz Babamizin memleketine ve benim hic haz etmedigim, yobazligindan el insaf dedigim memleket... Sonra Esimin sehri olan, sevdigim, hayran oldugum, buram buram tarih ve insanlik kokan hosgörü sehri Antakya/Hatay'a geceriz vee Antakya kültürüyle icice, cokca vee bol akraba gezmeli (bazen bunaltiyor ne yalan söyleyeyim), bol mangalli, bol künefeli ve her elinize saglik dediginizde hosgeldin diyen sicak gülümsemeli memlekete geceriz... Bu bizde bozulmaz bir klasiktir ve umarim hep öyle kalir :)))
Bu kadar cok ziyaretli ve gezmeli yere Arjin nasil tepki verecek meraktayim bakalim yasayip görecegiz :))
Ama bu yil icimde bir ürperti, bir tedirginlik, öyle akil almaz seyler oluyor ki Türkiye'de ne aklim aliyor olanlari nede yüregim kaldiriyor...

Güncel seyler...
Ben ögrencilik yillarimda cok aktif siyaset yaptim, gözaltina alindim, mahkemelere ciktim hatta mahkemede ardi ardina 3 davama giren hakim sen okumaya mi geldin yoksa anarsist olmaya mi?- demisti :)) - evet bizde az biraz haklarini ve taleplerini söyle, az biraz hukuksal söylemde bulun adinin basina ya anarsist yada terörist gelir!!! 
O zamanlar biber gazi sadece 1 mayis ve yök eylemlerinde kullanilirdi vede öyle gelisi güzel atilan bir gaz degildi... Simdilerde sosyal medyada paylasilan görüntülere bakiyorum Polis direk insanlarin yüzüne sikmakta yada bir tramvayin icine, Tünelin icine, hastanenin acil girisine atmakta bir sakinca görmüyor ve Ben hergün sosyal medyada o biber gazi haberlerini duydukca icim burda o gazi yemis denli aciyor...Insanlar en hakli taleplerini isteyemez vede haklarini koruyamaz oldu!!!
Reyhanli'da olanlarin sokundayken hoop bir gecede alkol yasagini gecirdiler ve tipki Uludere'de olanlari sorgularken kürtaj yasagini gecirdikleri gibi... Bu bir gecede alinan kararlar bu insanlarin haklarini ve dahi özgürlüklerini yok sayan dayatmalar bana Irani hatirlatiyor ve o dönemi anlatan "Persepolis" filmini izleyin mutlaka nasil denk düsen yerler var!!!
Ülkenin basinda bulunan kisideki halet-i ruhiyeye ise diyecek kelimem yok!!! Bunun icin ntv'de bir belgesel var 2 haftadir veriliyor , her pazar aksami saat 10'da izleyin derim, izleyinde belgeseldeki sahisla birbirine nasil paralel, nasil denk sizofren davranisa sahip görün...
Alkol yasagi ile ilgili bir kücük anekdot vermek istiyorum:
Arjinin yuvasinda stajer egitmen bir genckiz var yasi daha 19, gecenlerde sag gözü morarmisti ve ne yalan söyleyeyim erkek arkadasi diye düsündü(k)m... Anneler aramizda konusurken E.... geldi yanimiza ve bir Tunuslu anne sak diye sordu gözüne ne oldu?
E....; gayet rahat ve cool ahhh haftasonu partide cok ictik sarhostum ve kavga cikti, kimin bana vurdugunu hatirlamiyorum bile dedi... Ve inanin o an 5 anne vardi ve kimse tinlamadi, bunun üzerine espiri bile yapildi... Tunuslu anne erkek arkadasin üzerinde boks yapti sandim dedi, bunun üzerine E.... gecmisteki mi iyyyk, yoksa gelecekteki mi ahhh??? diyerek kahkahalarimiz esliginde sohbeti bitirdi... Kimse wayy bu icki iciyor yetmez gibi mor gözlede gelmis cocuklara iyi örnek degil demiyor... Cünkü herkes biliyor ki o E....'nin özeli, o kisi sadece isiyle ve isteki hal hareketiyle degerlendiriliyor... Bizdeki gibi her alanimiza girilmiyor, her b.kumuza müdahale edilmiyor... "Adamlar farklilar; cünkü özgürler, adamlar farklilar; cünkü özgürlük alanlarina girdirmiyorlar, stop diyorlar, benim alanim diyorlar ve bunu devletine, yönetimine, polisine, patronuna, müdürüne, babasina, annesine, cocuguna, komsusuna direk söylüyorlar ve iste o yüzden bizden farklilar..."
Cünkü özgürlüklerine baglilar ve asla vermiyorlar...










Dienstag, 14. Mai 2013

Reyhanli, Yerlesme, Yeni ev - yeni yasam...

REYHANLI...
Ben Antakya/Hatay sehrini ilk gördügünde asik olanlardanim... Antakya'da Resim ögretmenligi okumak icin gidip asla dogdugu sehri özlemeyen biriydim... Öyle güzel, öyle büyülü, öyle miski-amber kokulu bir sehirdi ki seni mitolojinin icine atiyordu... Ben ilk kilise can sesini o sehirde duydum ve ilk o sehirde klise ile caminin ayni avluya acilan kapisini gördüm, dar sokaklarinda büyük kazanlarda kaynayan hirisiyi (yarma ve etle yapilan bir tür asure) törenlerle dagitmaya tanik oldum...
O sehirde ben gece saat kac olursa olsun bir kadin olarak sokaklara cikmanin özgürlügünü yasadim, o sehirde ben din,dil, irk ayrimi olmadan kardesligi gördüm, ülkemdeki kemiklesmis yapiya inat Antakya özerkligine sastim, büyülendim ve büyüdüm...
Yillar sonra o topraklara ait, orada dogup, büyümüs bir adama asik olup, evlendim... Ve böylece Antakya ile asla kopmaz baglarim var...
Bugünlerde emperyalist dünya düzenine inat, mitolojik güzelliklere sahip, yüzyillardir farkliliklarin mozaigi Antakya kan agliyor... 
Ben bir insan, bir anne olarak UTANIYORUM bu yasananlardan ve bu kayitsizliktan... Son günlerde cocuguma sarilirken, ona masal anlatirken, onunla oyun oynarken, yemek yaparken hep bir parca ezik haldeyim ve darma-daginik!!!
Günlerdir uyuyamiyorum, orada olanlari burda birsey yapamadan izlemek beni paramparca ediyor... Bu da unutulacak, bu  da Roboski ve digerleri gibi karanliga birakilacak.... Biz yine ayni sekilde yasayip gidicegiz, bir sonraki bomba patlayana dek!!!

YERLESME...
Acikcasi pazar gününe kadar sorundu bu bir türlü yerlesememe hali ama ülkemde gelisen o akil almaz, kanli Reyhanli olayindan sonra artik hicbir önemi yok bu yerlesememe halinin....
Evimizde olusan sorunlar daha cok binamizin teknik yapisindan kaynakli, biz ilk 1 hafta icinde yerlestik, alistik hatta öyle huzurlu bir yer ki yillar sonra kus sesleri duyuyorum tüm gün...

Yeni ev- yeni yasam...
Yenilik her daim iyidir, güzeldir... Ben bu evi zaten ilk gördügümde sevmistim, hos esim begenmemisti yüksek tavan degil diye hatta gecen gün evin hic bitmeyen teknik sorunlarindan öyle bikti ki hala gec degil, yeniden ev bakalim istersen dedi :(
Arjin ise bu yeni evde cok mutlu, odasini sevdi, balkona bayiliyor hatta sakin olan sokakta zevkle bisiklet dahi sürüyor... Yasli bir alman komsumuz ile samimi bile olduk, hatta evine ayak üstü gecip sohbet bile ettik Arjinle beraber :)
Biz bunlarla yogrulup giderken ve evimizde olmayan internet-tv yani tüm iletisim aglarindan uzakken, kurgusu daha basit daha gündelik kaygilarla oflayip-poflarken bir yerlerde "Anneler cocuklarini, cocuklar ise anne-babalarini kaybettiler"...
Biliyorum ki bugünlerde hepimizin günü gün degil...
Ve huzurlu, olaysiz, baris dolu yarinlar olsun tüm Dünya'da...





















Mittwoch, 24. April 2013

Son bakis...

Bugün evimizde son günümüz. Toplandik, kolilendik tasima sirketimizi bekliyoruz :)
Öyle olumsuz, öyle yorucu seyler yasiyoruz ki durup ayrilacagimiz bu evle vedalasamadik bile... Evet vedalar sevimsizdir, aci verir ama bu denli yenilige götüren vedalarda vardir... Biz bir yasanmisliktan ayriliyoruz, cok degil belki ama 4 yillik anilarimiza sahip bu evden gidiyoruz... Ve bende olusan duygu, his tuhaf cok tuhaf hemde...
Üzgünüm, cünkü bu denli yüksek tavanli evleri hep severim ve özleyecegim...
Üzgünüm, cünkü Arjin'e ilk "Büyükanne-Büyükbaba" kavramini oturtan Hackart ciftini özleyecegim...
Sevincliyim yukardaki korku filmi karakterli, anlayissiz, cocuk düsmani komsum'u görmek zorunda kalmayacagim...
Sevincliyim gürültülü bir caddeden sabah egzos dumani koklamayacagim...
Sevicliyim gece 1'de köpegini gezdirmek icin topuklu ayakkabilariyla tak tuk sesleri, evinin kapisini ve apartman kapisini hizla carpan sorunlu komsumu duymayacagim...

Biz bu duygularla buradan gidiyoruz ama Arjin bazen gidelim, bazen gitmeyelim diyor sanirsam hala oturtamadi tasinma fikrini... Bugün kresten alip Teyzeye gidiyoruz ve hafta sonuna dek ordayiz sonra belki Otele gidebiliriz...
Aaa neden Otel derseniz??? -sevgili ev sahibimiz sözünü yerine getiremedigi icin ve suan elektirik sistemi kadavra halinde oldugu icin, yeni evde cocukla yasam mümkün degil... Bizde var olan yasal hakkimizi kullanip eger cumartesiye dek evi yasanabilir konuma getiremez ise Otelde kalacagiz ve olusan tüm olumsuzluklarin sebebi olan ev sahibimizse bunlari ödemek zorunda kalacak...
Belki bir sonraki yazimi otel odasinda hemen yazacagim ya da 8 mayista yeni evimize internet baglandiktan sonra yazacagim bakalim yasayip görecegiz....


Son bakisimizi yaptiktan sonra, yeni yasama ve yeni evimize dogru yola devam...

Evleri sahipleri var edermis... Biz bu evi var ettik mi bilemem, kendi yasanmisligimizla, dokumuzla hayat verdik mi onuda bilemem ama bildigim birsey var ki; bu evden bize ait bir dolu aniyla gidiyoruz... Birlikte bir hayat dedigimiz ev, Dostlarimizla, Arkadaslarimizla paylasimlarimizin oldugu ev, Arjin'e hamile oldugum haberini verdigim ev, Arjin'i  sabirsizlikla, keyifle bekledigimiz ev, Arjin'i kollarimiza alip girdigimiz ev... Arjin'i 3 yil büyüttügümüz ev...
Ve dostlarimizla agladigimiz, güldügümüz, partiler yaptigimiz, yolcu ettigimiz, yoldan aldigimiz, kocaman mutfaginda keyifli sohbetler yaptigimiz ev... 
Bizim ask'la, keyifle sarhos oldugumuz, kavgalarla ciktigimiz, mahcup döndügümüz, aglayarak ve gülerek andigimiz, kosa kosa geldigimiz, telasla ciktigimiz evimiz... Her daim bizi sarip sarmalayan evimiz ve kis aylarinda asla isinamadigimiz hep ama hep soguk olan evimiz...
Biz gidiyoruz, seni hep animsayarak, yanimiza katarak... Umarim gelen insan bizden daha keyifle yasar senin kucaginda :)) HOSCAKAL